11 Kasım 2023

yıl olmuş kaç, sen hala ne?

bir alttaki yazı ile bu yazı arasında 15 seneden fazla zaman var. neredeyse 6000 gün. altıbin adet doğmalı batmalı gün. hepsi de adrese teslim. ne yedik ama be iyi yedik.

neler yaşadık lan öyle, hem toplumsal hem de bireysel olarak. yazsak roman olur denir ya. bizim için roman anca elakin kitabına falan denk gelir.

özel bir çaba göstermeden hala hayatta kalabilenler ses verebilir.  

28 Temmuz 2008

lan doktor

altı yıldır aynı işi yapıyorum ama halen daha alışamadım. demek ki ben bu değilim, başka bir şeyim. ama neyim onu da bilmiyorum. konuyu da hemen bitirdim. hayatıma ikinci bir şık arıyorum, tek şık olunca her şey doğruymuş gibi…

doktor uzun uzun anlattı, o kadar uzun anlattı ki, bu virgülden sonra bağlayacak bir cümle bile yazamadım bak. bir önceki cümlenin içerisinde “o derece” sözü de geçmeliydi gibi, sanki. ama şunu diyeceğim, kısaca siktir et dedi bana doktor. doktor bu sözleri sarf ederken, üzerinde nescafe yazan kırmızı bardağını, sağındaki küçük masaya doğru yavaşça bırakıyordu. bardağı bırakırken oturduğu koltuktan hafifçe öne doğru eğildiği için gözlüklerinin üzerindeki aralıktan bana bir bakış atıyordu, cam açıktı ve hafif bir rüzgar krem rengi perdeyi biraz içeri doğru havalandırınca doktorun gözleri o yöne doğru kaydı işte tam o sırada bir şey olması gerekiyordu içeri birileri girip doktoru öldürmeli ve bana silahı doğrultmalı ama ben blogu yazan kişi olduğum için ölmemeliyim. ölmüyorum laan, sürekli olmasına rağmen alışamıyorum sadece. bana bir b şıkkı verilsin, yine de yanlış olanı işaretleyeceğimi bile bile…

27 Şubat 2008

demişti...

arayı açıyorum. herkesle ve kendimle. kendime giderken yani gideceğim en uzağa, kaybediyorum yakınımdakileri...
belki de. aram açılıyor, zamanla; bir türlü çözümlenemeyen o hain cellatla savaşıyorum
ve yine belki de, bile bile yenilgiyi...

bu sabah kapımı çalarken

kendimi, ikiden fazla olduğunu bildiğim bir sayıya ayırdığımı hatırlıyorum, bundan yüzyıllar önce, sanki. anlatacak hikâyeleri olmayanlardanım ya da hikâye anlatamayanların, kendilerini hikâyesiz hissetmeleri ile benzeşen bir atmosferdeyim. tam olarak ne olması gerektiğinden de emin olamıyorum fakat ne olmaması gerektiğini çok da iyi biliyorum. kendimi bazı vakitlerde silkeleyip toplayınca, bir o kadar da farkında olmama rağmen, kendimi, kendime, ne olmaması gerektiğine yakın olarak buluyorum, toplamda.
ve ben, o tanımadığınız ben değilim.

25 Şubat 2008

al sana başlık be karamurat

son yirmi dakikadır hayatımda hiçbir değişiklik olmadı. yirmibirinci dakikada bu duruma içerleyip bir çay söyledim. bunların hepsi geçmişte kaldı be murat. simit yer misin? yok ben almayayım, ama söylerken almiycam dedin. bazen olur. merhaba ben doktor falanca, bir tane leptapım var. ben filancanın yanından geliyorum, selam söyledi. çay söylesene, değiştir, peki. kız sen istanbul’un neresindensin? merhaba, ben bir program yüklerken bilgisayarım kapanıyor. aferin. ben de bu akşam nerde yesem diyordum, sırtımda hafif bir ağrı var. inanmazsan sor. ben aslında biliyordum ama işte. bilirsin, hani, olur ya, bazen, i yazmak isterken ya da virgül koymak isterken elin ürgüp’e değer ve komikü olur bazen, olur ya, haniü, bilirsin. pazartesiyi de bitirecem ulan, dünyayı da kurtarıcam. bilader tuzu uzatır mısın, uzatma lan tamam. kes. ctrl + v. ctrl + z, ctrl + z, ctrl + z…

24 Şubat 2008

sigara almak için yoldaki bir bakkala girdiğimde cino çikolata gördüm, çok duygulandım ve onu yedim. sigarayı da daha sonra başka bir bakkaldan aldım. metro istasyonuna girmeden önce, havanın geçen haftalara göre daha bir ılımlı davrandığını düşündüğümü hatırlıyorum şimdi. sonra lost izlemiştim. bir de prison break, ardından simpsons. simpsons komikti. rushmore filminde, bill murrray’in ağacın arkasına saklanıp öğretmeni izlerken öğretmenin onu fark etmesiyle devam eden o sahneye çok gülmüştüm. ayrıca, royal tenenbaums filminde ağzından sigarayı bırakmayan kadının geçmişinin gösterildiği o kısa sahneye de. vakit yatmak için erken olsa da, yarın işe gidileceğini düşündürecek kadar geç olmuş, şimdi onu düşünüyorum, sonra görüşürüz.

18 Şubat 2008

içerisinde at koşturabilemeyeceğin

hızlı adımlarla yaptığım yürüyüşümü kesmeden, siyah renkli ayakkabılarımın üzerinin az da olsa çamurlandığı gördüm. böylece zamandan tasarruf edip etmediği mi düşünmüyordum bu sadece böyle olduğu için böyle yazıyordum.
gideceğim yer, daha önce de birçok kez gittiğim bir yer olduğu için, sanki gidilesi pek zor değilmiş gibi bir his veriyordu bana. kulaklarımın donacak kadar üşümüş olmasını bile biraz sonra hatırlayacaktım.
pek hatırlamasam da ne hakkında olduğunu, yürürken yine bir şeyler düşünüyordum.
aniden yürüdüğüm yol üzerindeki sokak lambalarının birçoğu sönüverdi, başımı yukarı kaldırıp lambalara bakarken birden gözüm aya doğru kaydı, sonra da siyaha çok yakın koyuluktaki mavi gökyüzüne.
hâlbuki şu bahsettiğim an sadece bir dakikalık bir zaman dilimine aitti. ama işte benim için hayat sokak lambalarını söndürüp, aya bakmamı sağlarken, sokak lambalarının sönmesi için bir trafik kazası gerekmişti ve bu kazada biri hayatını kaybetmek üzereydi, etrafta insanı iliklerine kadar donduracak bir hava vardı.
evsiz bir dünya vatandaşı yine kendi gibi sahipsiz bir köpekle soğuk rüzgârın pek erişemediği tenha ve kuytu bir yerde uzanmıştı ve aslında adam zaten soğuktan ölmüş ancak köpek yalnız kalmamak ve onu yalnız bırakmamak için orada yatıyordu.
elektriğin kesildiği bölgedeki bir evin perdesine içeriden bir ışık vuruyordu. muhtemelen de mum yakılmıştı ve belki de ‘hay ben bu elektriklerin’ deniliyordu bir çok evde. ve evet sonra nasıl oldu da oldu hiçbir şey olmamış gibi oldu.
burası zaten su içmek için mutfağa gittiğim kısımdı ve odam çok soğuk olduğu için beynim git ısınacak bir yer bul lan salak, diyordu ya da buna benzer bir şey. hazır konu değişmişken, unutmak istediğin bir şeyler olduğu zaman biraz üşü iyi gelir her boku unutabilirsin. bazen bazı şeyler uzun zaman alır fakat bla bla bla gibi bir cümle de bünyeye iyi gelmez çünkü yarın işe gitmeliyiz, erken yatıp erken kalkmalı, önce sola sonra sağa ve sonra, son kez olarak da sola bakmalı ve mutlu bir hafta başına başlangıç yapmalıyız. ama bu demek değil ki, gibi bir girişle zaten bu dünyaya da bir şey veremezsin, ancak sabah metroya kadar yürümek için karlar üzerine basacağın o sıralarda ağzında büyük bir salatalık dilimini yerken çıkan o sesin, karlar üzerine bastığında çıkan o sesle benzeşmesine dayanarak, dünyaya ben de bir kar parçasıyım mesajını verebilirsin. ne de olsa ağzın var, salatalık da elinde.

2038, yamalı bir asfalt üzerinde. pazar. çoraplarım mavi, saçlarım taralı.

yıl olmuş kaç, sen hala ne?

bir alttaki yazı ile bu yazı arasında 15 seneden fazla zaman var. neredeyse 6000 gün. altıbin adet doğmalı batmalı gün. hepsi de adrese tesl...